Son Dönemde İslamî Siyasi Düşünce
üşünebilmek, İslamî sorumluluk yüklenebilmenin esas koşuludur. Fertler ve topluluklar, Kur`an-ı Azimüşşan ve Hz. Peygamber salallahu aleyhi vesellem`in yol göstericiliğinde ve ashabın örnekliğinde sistematik düşünmeyi öğrendiler, ilmî faaliyetlerin içinde yer aldılar, büyük eserler meydana getirdiler.
Düşünebilmek, İslamî sorumluluk yüklenebilmenin esas koşuludur. Fertler ve topluluklar, Kur`an-ı Azimüşşan ve Hz. Peygamber salallahu aleyhi vesellem`in yol göstericiliğinde ve ashabın örnekliğinde sistematik düşünmeyi öğrendiler, ilmî faaliyetlerin içinde yer aldılar, büyük eserler meydana getirdiler. Ama son iki yüzyıla girildiğinde Müslümanlar arasında düşünce ihmal edilmiş, ilmî etkinlikler daralmış, aktarma ile sınırlanmıştı.
Siyaset, idare etme etkinliği olduğundan yüce Allah`ın insanlığa önder tayin ettiği ümmetin, bu önderlik vazifesi gereği, siyasi faaliyet içinde olması icap eder. İslam`ın ilk yüzyıllarında siyasetin icra ediliş biçimi ile ilgili ihtilaflar, ihlas sahiplerini idareden uzaklaştırmış, idare genellikle takva sahibi görülmeyen kimselere kalmıştı. Sonraki yüzyıllarda takvadan uzak bu şahsiyetlerin icraatları öne sürülerek takva ehlinin siyasetten uzak durması imanın ve salih amelin korunması için bir gereklilik gibi öne sürülmüş; yanlış bir tercih sonuçları daha ağır başka bir yanlışın üretilmesi için kullanılmış, ümmetin takvalıları siyasetin dışında kalmıştı.
Bunun neticesinde, son iki yüzyıla girdiğimizde, İslam dünyası beş yüzyıl önce aynı üretim araçlarını kullanırken Batı gelişmiş, İslam dünyası, üretim araçlarını geliştiren Batı`nın işgaliyle coğrafya olarak neredeyse yarı yarıya küçülmüştü.
Son iki yüzyılda İslamî siyasi düşünce; düşünce ve üretim bakımından çorak, siyasi bakımdan kahredici bu ortamın etkisi altında gelişti.
İslamî düşünceyi yeniden sistematik bir boyuta ulaştıranlar, somut tehdidin halklar tarafından fark edilmesinin daha kolay olması gerçeğinden istifade ettiler, İslam dünyasının fizikî olarak küçülmesine dikkat çekerek, değişim getirecek düşünsel uyanışı gerçekleştirme zeminini yokladılar. Düşünceyi uyandırabilmek için onun değişimdeki fonksiyonunu hatırlattılar, işgalden kurtulmamızın ancak düşünmemizle mümkün olduğunu söylediler. İşgalden kurtuluşun mümkün olduğunu kabul ettirmek içinse cebriyeciliğe yaklaşan kader anlayışına karşı Selef-i Salihin`in kader anlayışını ihya yoluna gittiler.
Kader anlayışı konusunda öne çıkan isim ise, ahlâki ihya üzerine odaklanmış görünse de siyasi düşünce ve yapıyı da derinden etkileyen Şeyh Halid Zülcenaheyn el-Kürdî (el-Bağdadî)`dir.
Şeyh Halid, Risâletü`l-İkdi`l-Cevherî adlı eserinde kader anlayışını işlemiş, felçli elin titremesiyle sağlam elin kıpırdamasının bir olmadığını söyleyerek değişimdeki insan rolüne Müslümanları inandırmaya çalışmış, bu konuda âlimlerin yanında aydın kesimden de büyük ilgi görmüştür.
19. yüzyılın ikinci çeyreğinden 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar İslam dünyasındaki siyasi hareketler genel anlamda Şeyh Halid`in etkisi altında yol almışlardır. Şeyh Halid, kader anlayışıyla, seküler kesimlerin bile değişimin mümkünlüğü konusundaki umutlarını artırmıştır. Çeçenistan`dan Filistin`e İslami hareketler Halidî bir çizgide gerek fiili işgale gerek Batılılaşmaya karşı koyarken Şerif Mardin gibi kimi araştırmacılara göre Osmanlı`nın Jön Türkleri bile gerçekte Şeyh Halid üzerinden değişime inanmışlardır.
Şeyh Halid, ferd ve topluma yönelik çok şey söyleyip yazmış; devletle ilgili ise epey ketüm kalmıştı. Onun fert ve toplumla ilgili yazıp söyledikleri, sözü ettiğimiz dönemdeki İslamî direniş ve kurtuluş hareketlerinin değerli topluluklar oluşturmalarına vesile oldu, bu topluluklar cephelerde zaferler de kazandılar. Ama devlet konusundaki sınırlılığı kendisine tabi olan toplulukları sahip olacakları devleti nasıl yöneteceklerine dair bir düşünsel üretimden yoksun bıraktığından onların toplumsal ıslahları ve askeri zaferleri siyasi bir başarıya dönüşmedi. Onun Cezayir`e kadar uzanan etki alanında hiçbir hareket iktidar olamadı.
20. yüzyıla doğru İslam dünyasında düşünce konusunda Cemaleddin EfganÎ ve Muhammed Abduh`un ismi öne çıktı. Efganî ve Abduh, bütün müktesebatı yerli olan Şeyh Halid`den farklı olarak Batı`daki düşünsel üretimden de etkilenmişler; Şeyh Halid`in teşkilatta da inançta da yerlilik açısından saf hareket tarzına karşı milliyetçi sentezciliğe kapı aralayan bir çizgi benimsemişler, Şeyh Halid`in tarikat teşkilatlanması önerisine karşı Batılı örgütlenmeye benzer bir teşkilat anlayışına yakın durmuşlardır.
Bu ikilik içinde 20. yüzyılın ilk çeyreği son bulurken İslamî bir siyaset ortaya koymak isteyenler, önlerinde hazır bir siyasi proje bulamadılar.
Yirmi yüzyılın ikinci çeyreğinin başında vücut bulan İhvan-ı Müslimin hareketi Şeyh Halid`in çizgisi ile Efganî ve Abduh`un yaklaşımlarını buluşturmaya çalıştı. Tarikat yerine cemaati benimserken cemaatin önderine “mürşid”, tebliğ faaliyetlerine de “irşad” diyerek ve kardeşlik rabıtasını sürdürerek Şeyh Halid`in çizgisiyle ilişkisini devam ettirdi. Benzer bir durum Türkiye`de Risale-i Nur için de izlenirken Şeyh Halid`den etkilendiğine dair elimizde veri bulunmayan Cemaat-i İslamî de İhvan ile aynı çizgide şekillendi.
Fertlerin iman yönünden ıslahına odaklanan Risale-i Nur hareketi bir yana bırakılırsa diğer iki hareket İslam dünyası için siyasi bir mektep işlevi gördükleri kadar bir düşünce mektebi işlevi de icra ettiler. Batı`nın sosyalizmle İslam dünyasında kültürel ve düşünsel işgalini hızlandırdığı bir süreçte gençlerin ilgisini İslamî siyasi düşünceye çekmeyi başardılar.
Ne yazık ki şiddetli baskılar, tutuklanmalar, idamlar, Şeyh Halid`den daha çok devlete odaklanan bu hareketlerin İslam âleminde iktidar olmalarının önüne geçti. Söz konusu hareketler, hep muhalefet konumunda kaldılar. Bunun yol açtığı umutsuzluk 1970`li yılların sonunda İran devriminin partisel bir hareket oluşturmadan başarıya ulaşmasıyla buluşunca İslam dünyasında legal siyasetin işlevselliği sorgulanmaya başlandı, bu sorgulama 1980`li yıllarda Suudi Arabistan`ın İslam dünyasının tamamına dönük ücretsiz eser ihracıyla üretim yönünü yitirdi ve akidevi bir boyuta bürünüp sabitlendi. 2000`li yıllara kadar etkisini sürdüren bu anlayış, bu yıllarda derin bir çatlağa yol açtı. Legal İslamî mücadele ile illegal İslamî mücadele arasındaki ilişki, illegal yolu tercih edenlerin, legal yolu tercih edenleri tekfir etmesi boyutuna vardı.
Bu ağır itham ortamında İslamî siyasi düşünce de üretkenliğinden çok şey yitirdi. İtidalin hakim olduğu dönemde Seyyid Kutup, Mevdudî, Ali Şeriati gibi düşünürler yetişirken itidalin kaybolmasıyla düşünsel bir kısırlık baş gösterdi.
Bununla birlikte Malezya, Endonezya ve Türkiye gibi Arap ve Fars olmayan İslam ülkeleri, kendilerine özgü siyasi düşünce de geliştirdiler. Milliyetçilikle ilişkisi eleştiri konusu olan ama Şeyh Halid`in tasavvuf anlayışı ile Efganî ve Abduh`un etkisi altında gelişen düşünce arasında şaşılacak bir orta yol izleyen bu ülkelerdeki siyaset, diğer ülkelere göre daha çok yol aldı.
Son yıllarda bu ülkelerde ve Batı`daki Müslümanlar arasında İslamî düşünce yönündeki en geniş ve en verimli gelişme ise İslamî bilgi sisteminin yeniden inşasını ifade eden “Bilginin İslamileştirilmesi” projesidir. Bilginin İslamileştirilmesinin dile getirilmeyen en önemli vaadi, Müslümanları müsteşriklerin elinde şekillenmiş müktesebattan ve Batı`nın kültürel işgalinden kurtarmaktır.
Endonezya kökenli, Malezya`da yetişme Seyyid Muhammed Nakib el-Attas; Filistinli İhvan-ı Müslimin mensubu ABD`de yerleşik Şehid İsmail Raci el-Farukî, İranlı muhalif ABD`de yerleşik Seyyid Hüseyin Nasr ve Bosna İslamî hareketi önderi Aliya İzzetbegoviç bu projenin öne çıkan isimleri olarak bilinmektedir. İslam dünyasında üniversitelerin geniş ilgi duyduğu bu proje, son dönemin İslamî düşünce faaliyetlerinin en önemli gündemini teşkil ediyor. Konu hakkında akademik araştırmalar yapılmaya, konferanslar verilmeye devam ediliyor.
İslamî siyaset, dış güçlerin baskısı ve uzantılarının fitnesiyle İslam âleminin bir kesiminde kışkırtılan mezhepsel yaklaşımlar yüzünden kriz süreci yaşıyor. Son dönemde bu krizin bilginin İslamîleştirilmesi projesinin başarıya ulaşmasıyla aşılacağına dair büyük bir umut vardır.
BİR CEVAP YAZ