Malperizm çağında zekat vermek
Amellerin bir sabit değeri vardır, bir de çağlara göre değişen değeri... İnsanın sabit bir imtihanı vardır ve insanın içinde bulunduğu çağa göre değişen imtihanları ...
Toplumsal duruşun iyiliğin aleyhinde konumlandığı bir zamanda iyiliğe meyletmekle herkesin iyiliğe meylettiği bir dönemde iyiliğe meyletmenin değeri bir değildir.
Toplumsal yapının günaha zorladığı bir dönemde kendini günahtan muhafaza ile toplumsal yapının insanı günahtan uzak tuttuğu bir ortamda günah işlemek farklıdır.
Mü’minin sabit imtihanı mahfuzdur. Mü’min değişken imtihanını ise fark etmek ve vaziyetini ona göre belirlemek durumundadır. Zira bazı ameller var ki kimi zamanlarda insanın onlardan uzak kalması, imtihanı kaybetmesi anlamına gelir. Bazı günahlar da var ki kimi dönemlerde insanların onlara bulaşması, insanın yerini gösterir.
İçinde bulunduğumuz çağ, nefsperestlik ve malperestlik üzerine kurulmuştur. Bu çağın iktidarını ele geçirenler, mal mülk sahibi olmakla hak hukuk sahibi olmayı neredeyse eşit sayıyorlar.
Bu çağın kiri, insana genellikle iki yerden bulaşıyor: nefs ve mal. Önceki çağlarda da böyle değil miydi? Hem öyleydi hem de öyle değil. Nefsin arzuları ve malla imtihan, her çağda vardı. Ama içinde bulunduğumuz çağda durum daha da ileri bir aşamaya taşındı. “Modern çağ” denen bu çağda nefs ve mal iki put gibi kutsanıyor. Putların yıkıldığı, putların sadece heykel olduğu bu çağda nefs görünmeyen, mal ise görünen bir put olarak önümüze konuyor.
Azla yetinmek, unutuldu; daha fazla tüketebilmek için daha fazla kazanmak çağın felsefesi haline geldi. Mü’minin kendisini bu felsefenin şerrinden, onun dayattığı hallerden koruması günden güne güçleşiyor.
Çağ, birinin kumarla para kazanmasını meşru görüyor; faizle kazanmasını meşru görüyor, rüşvetle kazanmasını meşru görüyor. Ama birine karşılıksız yardımı yadırgıyor; birine bir menfaat karşılığı olmadan mal vermeyi kınıyor.
Kumarla kazanılan servet meşru, faizle kazanılan meşru, rüşvetle kazanılan meşru, hırsızlıkla, soygunla kazanılan meşru ama yardım yoluyla edinilen geçimlik, gayri meşru görülüyor.
Bu, cahiliye mantığıdır. Hak, İslam’la gelince mal hakkında izale olan anlayış, bu anlayıştır.
Çağ, insanı harama teşvik ediyor, iyilikten alıkoyuyor. Çağ, insana haram yolla mal kazanmayı sevdiriyor; helal yolla yardım almayı kerih gösteriyor.
Çağın kötülükleri bundan da ibaret değil: Çağ, kendisine bağlananlara nasıl kazanırsan kazan ve sonra nasıl harcarsan harca… Senin kazanmanda ilke yoktur. Harcamanda sınır yoktur. Ama sakın, malını karşılıksız kimseye verme, diye bağlıyor.
Bir lokanta masasında etrafındaki üç çıkardaşı için bin lira harcayan zengin, kendisinden bir öğle yemeği için beş lira isteyen yoksula küfredebiliyor. Çağ, ona meyhanede harca, sokakta harca, evinde harca… Sen, harcıyorsan çarçur etmiş olmazsın. Ama bir yoksula üç kuruş verirsen “enayilik” yapmış olursun, diyor.
Çağa tapanlar, çağı dinliyor; çağdaş bir insan olarak malının zekâtını vermeyi “enayilik” sayıyor.
Bu vaziyet karşısında Müslümanın önünde iki yol vardır: Çağa uymak ya da Allah’ın ahkâmına uymak. Çağın putlarına tapmak ya da Allah’ın sadık bir kulu olmak…
Çağın hükümleri açıklandı; Allah’ın ahkâmı da açık:
“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah`ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” (Bakara 110)
“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah`ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekât veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat arttıranlardır.” (Rum 39)
“Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Tevbe 5)
“Onlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar.” (Lokman 4)
Allah (cc), malı bir miktara ulaşan Müslümana zekâtı farz kılmıştır. Müslüman o maddi imkâna ulaşınca zekât sorumluluğunu yerine getirmek durumundadır.
İslam’ın hâkim olduğu çağlarda, Müslümanın zekât vermemesinin sebebi, imanın zayıflığı ve mal sevgisinin galip gelmesi olabilir. Bugün başka bir engel de vardır: Çağın malperestliği. “Kapitalizm” kelimesiyle de karşılanabilecek malperestlik, mal sevgisinden de öte bir durumdur. Kişinin malı sevmesi, yaygın ve kolay aşılabilir bir hâldir. Malperestlik ise mal sevgisini de aşarak insanın malı kutsamasıdır, mala teslim olmasıdır, malı bütün değerlerinin önüne geçirmesidir.
Ağır bir misal olacak ama mal sevgisine müptela biri ne olursa olsun namusunu malına tercih etmeyebilir. Malı ile namusu karşı karşıya geldiğinde namusunu tercih eder. Oysa malperestlikte hiçbir şey maldan daha mukaddes değildir. Malperestin namusu ile malı karşı karşıya geldiğinde malperest malını namusuna tercih eder.
Dört bir yanın malperizmle kuşatıldığı bu zamanda zekâtını eksiksiz vermek, kişinin çağa hükmedenlerin engellerini, kınamalarını aşacak kadar güçlü bir imana sahip olmasını gerektirir.
Böyle bir çağda zekât vermek bir yol ayrımıdır. Kişinin zekâtını vermesi, malperizmle arasına mesafe koyması anlamına gelir. Kişinin zekât vermeyi kınaması ise malperizme müptela olduğuna işaret eder.
Malperizm öylesine yaygın bir hastalık ki mü’min bu çağda onunla ilişkisini gözden geçirmek zorundadır. Ben, çağa hükmedenlerin taleplerine boyun eğen bir malperest miyim yoksa onlara rağmen kendimi malperizmden muhafaza etmiş olanlardan mıyım?
İslam, mal kazanmayı kınamaz. İslam, mala tapmayı kınar. Kişinin mala tapıp tapmadığı ise daha çok, sermayesi büyüyünce anlaşılır.
“Münafıklardan bazıları da mal mülk verip zengin ettiği takdirde Allah’a daha çok itaat edip, fakirlere daha çok yardım edeceklerine söz verirler de, Allah onlara istediklerini ihsan edince verdikleri sözleri unuturlar, cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler.” (Tevbe, 75- 76)
Zira az bir mal, genellikle tapmaya yol açmaz. Kişi malı az iken mal ile imtihan edilmiş de sayılmaz ya da küçük bir imtihana tabidir. Mal, çoğalınca tapınmaya yol açabilir. Kişinin malı çoğalınca malla imtihanı ağırlaşır. “Yoksulken cömertti, zenginleştikçe cimrileşti” sözü bir iki kişiyle sınırlı bir durum değil, insanlığın bir gerçeğidir. İnsan, az bir mala sahip iken o malın tamamını bağışlayabilir. Ama insan, çok mal sahibi olunca o malın az bir miktarını bile bağışlamakta güçlük çekebilir.
Nitekim Salebe b. Hatıb el-Ensarî’nin imtihanı malı çoğalınca ağırlaşmış ve rivayetlere göre Salebe, imtihanı kaybetmiştir.
“Almam” demiştir Allah’ın Resulü salallahü aleyhi ve sellem, Salebe’nin malı için… Ona “Salebe, malınla geldiğin yere dön!" buyurmuştur.
Çağ tam da Salebelik bir çağ… İnsan, mal sahibi olmak için her tür mukaddes değerini ortaya koyar, Allah’a yalvarır, nice sadaka sözü verir. Ama mal sahibi olunca, mal sevgisinin yanında çağın malperizmine yenilir, samimi bir Müslüman iken kapitalist olur, kendisinden mal talep edilmesini anlamaz, kınar. Kendim kazandım, başkası da kazansın da malın kıymetini bilsin der.
Hepimiz, bugün bu imtihanla karşı karşıyayız. Ama bununla birlikte nispeten önceki nesle ait olanlar, hâlâ zekâtı, sadakayı toplumsal yapının tabii bir hâli olarak bilir. Belki asıl problem, sonraki nesle zekât verdirebilmektir; sonraki neslin çağın imtihanını kazanmasını sağlayacak kadar ona zekât vermek hassasiyetinde örnek olmaktır.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrim 6)
İslam’ın büyük felaketini yaşadığı bu çağda, günah babından ailesini, neslini, nefsperestlikten ve malperestlikten koruyan, inşaallah ateşten korumuştur.
Ne yazık ki nice ehl-i iman, kendisini nefsperestlikten koruyor ama malperestliğe mahkûm oluyor. Hatta kimi zaman malperestliği onun nefsperestliğine engel oluyor ama bununla birlikte onu cehennem ateşine doğru sürüklüyor. Malperestliğinin yol açtığı cimrilik yüzünden, nefsinin arzu ettiği günahlara bulaşmıyor ama o malperestlik, onu zekât vermekten, sadaka vermekten, çalışanına adaletle muamele etmekten alıkoyuyor. Nefsin arzuları ile ilgili tek günaha bulaşmıyor ama malperestliği yüzünden kul hakkını yemek, maldaki Allah’ın hakkını yemek gibi ağır bir hâle duçar oluyor. Farkında değil ama adı belki de ilahi defterde “zengin Müslüman” listesinden çıkıyor, kapitalistler arasında yazılıyor.
Bu durumda “Yazık oldu Salebe’ye” mukaddes sesi, onun etrafında yankılanıyor da kulağı var ama duymaz sınıfı içinde o yankılanış ona ulaşmıyor.
Rabbim muhafaza buyursun…
Abdulkadir Turan / İnzar Dergisi – Haziran 2016 (141.Sayı)
BİR CEVAP YAZ